20 Eylül 2009 Pazar

İsveçe doğru... Vol.1

Pazartesi günü bir önceki gün ders seçmenin verdiği yorgunluk ile benim için geç başladı, sıcak yatağın tadını çıkardım zira önümüzdeki günlerde yaklaşık 10 gündür yattığım ve artık yavaş yavaş alıştığım yatağımda yatmayacaktım. Kalktığımda saat 12.00 olmuştu, kalkarkalkmaz toparlanma işlemlerine giriştim bugun gitmekti kararım, önce Stockholm sonrada Göteborg olmak üzere İşveç'e kısa bir tur planladım. Eşyalarımı toplayıp teyzemin yanına gittim, kahvaltı ve ardım faslından sonra tren saatlerine baktık, gece 23:50 treni en mantıklı görünen seçenekti. Kaba planı yaptıktan sonra kannus'ta son günüm kısaca şöyle geçti. Saat 15:00 gibi teyzem beni kumsalı ile meşhur bir sahil kasabasına götürdü, gerçekten gittiğimiz yer iskandinavyanın genel sahil profilinin dışında daha çok bir akdeniz sahili havasında bir yerdi. İncecik kum ve çam ağaçları, sadece deniz farklı daha pis ve bulanık. Tabi birde buz gibi, marmaranın bile denizine giremeyen ben bu iskandinav sularına ayağımı bile sokamam sanırım.

Biraz dolaştıktan sonra kannus'a döndük, geldiğimizde saat hala erkendi, gündüz gözü ile gezemediğim Kokkolaya gidelim dedik, gittik, yine göremedim, zira vardığımızda yine akşam olmuştu neyse artık başka bahara. Eve gelip son hazırlıklar vs vs... Saat 23.30da evdençıkıp trene bindim, en arka vagonlardan birinden bindiğimden uzun bir yoluluktan sonra koltuklu vagonlardan birine ulaştım, en ön koltuklar birbirlerine bakıyordu ve boştu oraya yayıldım, ayakkabılarımı çıkarıp ayaklarımı önündeki koltuğa uzattım ve gözlerimi kapadım, bilet kesen görevli dışında sabaha kadar deliksiz bir uyku çektim. Yatağımdan uzak 1. gece trende geçmişti. Sabah 5.30 gibi uyandım ufukta gün ışıkları belirmeye başlamış, ortalık aydınlanıyordu, ancak sabah serinliği etkisini hayli gösteriyordu, trenin kaloriferleri neden bilmem çalışmıyordu yada yetersizdi. Gittim kahve aldım, içten ısınayım dedim, teyzemin üşürsem diye verdiği polar battaniye ile kahvemi alınca yolda olmanın keyfini çıkarmaya başladım. Sağımda ve solumda tarlaların üstleri insan boyunu geçmeyen bir sis tabakası ile kaplanmıştı, 13. Savaşçı filmini hatırladım. Pazartesi sabah olduğundan trene helsinki civarlarında oturan çalışanlar biniyordu sürekli, bir anda tren kalabalıklaştı. Helsinkiye vardığımızda istasyonda bir iki fotoğraftan sonra ilk hedefim olan Vikinglines'ın limanına doğru yola koyuldum, gideceğim yeri bilmesemde bir önceki gün google earthten (büyük rahatlık :) ) şehre kabaca baktığımdan, kendimden emin bir şekilde yürümeye başladım. Yolda gördüğüm zor iş yapan genç kızlara hala şaşırıyordum, TR'de sadece erkeklerin yaptığı işleri burada kızlarda onlar gibi yapıyordu. (Çöpçülük, otobüs şoförlüğü, bira kamyonu sürme gibi) Birde nakliye arabasında kafa sallayarak giden metalci abiler var tabi. Vikinglines binasına vardığım saat 07:54'tü. Binada kimselerin olmaması binanın saat 09:00'da açıldığını farketmemi sağladı. Limana gelirken, liman meydanında gördüğüm kahvaltı yapan insanlar aklıma gelince oraya gidip kahvaltı olayını halledeyim dedim. Gittim 8€ ya hallettim, bir daha da bu şekilde halletmemeye karar verdim :) İskandinav ülkeleri muazzam fiyatları ile belimi büksede Helsinki sabahında limana karşı yediğim krep ve kahvenin zevkini almamı engelleyemedi.

Kahvaltıdan sonra gidip biletimi aldım, planda bilet 29€ görünüyordu fakat birde kamara ücreti ve hizmet ücreti ödemem gerektiği söylenince bir anda 52€ öderken buldum kendimi. Başka çare yoktu, zira kahvaltı yaptığım kafede gençlere isveçe gitmenin en ucuz yolu nedir dediğimde direk Vikinglines demişlerdi. Sonradan gemide tanıştığım GAF adlı siyahi abidende bu bilgiyi doğruladım. Bilet işi hallolmuştu akşam 17:30 gemisi ile Fin karasularından ayrılacaktım, akşama kadar çok vaktim vardı, limandan aldığım şehir harritasını açarak gezi planı çıkardım, müzeleri, alışveriş merkezlerini işaretledim.

İlk hedefim yakında olan kızıl kiliseydi, gittim gördüm bir numarasını göremedim, beyazına gitmeye karar verdim, onu da gördüm, bu daha etkileyici geldi zira içinde hayatımda gördüğüm en büyük org'u barındırıyordu, birde girişimde dev bembeyaz sütunlar ve bigbrother is watching you hesabı kabartmaları vardı. Kısaca gezdikten sonra şehir merkezinde istasyon karşısında olan müzedeki "picasso" sergisini gezmek üzere oraya yöneldim, vardığımda gördümki sergi henüz açılmaıştı, 18 Eylülde açılacaktı. Bende etrafı dolaşmaya başladım, alışveriş merkezlerini, dağcılık, kampçılık ürünleri satan yerleri gezdim, belki kampanya vardır ucuz birşey düşürürüm diye fakat nerde, iskandinavın ucuzu bile türkiyeden pahalı. Yinede ihtiyacım olan bir iki birşey aldıktan sonra, doğal tarih müzesini gezeyim dedim, yine yol üstünde bulunan alışveriş merkezlerini gezerekten müzeye vardım. İçerde çok kibar bir görevli öğrenciysem müzenin ücretsiz olduğunu söyledi, kimliğim yanımda değil dedim, öğrenciysen sorun değil dedi gülümseyerek. Eşyalarımı emanet dolabına bıraktıktan sonra fince ve isveççe anlatımları olan başlangıçtan günümüze olan sergiyi numaralandırılmamış, neyin ne olduğu anlaşılmayan bi ingilizce textten takip ederek gezdim. Daha önce hep filmlerde gördüğüm tyrannosaurus'un dev boyuttaki iskeletinin maketini görmek heyecan vericiydi. Sonra diğer katlarınıda gezdim, finlandiyada yaşayan neredeyse her canlının (böcek balık dahil) doldurulmmuş/dondurulmuş halini gördüm, çok başarılıydı. Geyiklerin gerçekte ne kadar büyük olduğunu görünce geyik kazalarının neden ölümcül olduğu konusu aydınlandı kafamda. Keyif verici gezimden sonra müzeden çıktım, sağda solda gezindim, parklara gidip oturdum, insanları gözlemledim. Daha sonra liman yakınlarında bir kafeye giderek WC, Kahve ve internet ihtiyacımı giderdim, Stockolm için mesaj attığım couchsurfing üyelerinden cevap gelmemişti. Neyse hala bir günüm var deyip toplandım ve gemiye yollandım.

Saat 17:17 de gemiye giriş yaptım. Gemi genelde kabataş sahilinde görmeye alıştığım cinsten büyük bir yolcu gemisiydi. Vikinglines'ın Gabriella adlı gemisi. Oda numaram 2107 idi. En ucuz sınıf olduğundan meğer geminin en alt katındaymış, in in bitmedi. Odamı bulduğumda ise ilk defa kullandığım kapı açma sistemini çözmeye çalışırken içerden kapı açıldı, kamara arkadaşlarım iki tane siyahi abiydi. Kapı konusunda yardımlarını aldıktan sonra kamarama yerleştim. Gerekli bir iki eşyamı alarak yukarı gemiyi keşfetmeye çıktım. Gemi limandan çıkmak üzereydi, bir iki fotoğraf çektim. Sonra geminin ana barını ve şov salonunu buldum, burası geminin en arkasında oldukça yüksek bir yerdi. Biramı alıp arkayı gören en ön koltuğa yerleştim ve işte o anda hayatımın en keyifli anlarından birini yaşamaya başladım, tadını gerçekten beğenerek içtiğim hoş kokulu Lapin Kulta fin birasını yudumlarken, fonda çalan Dido ve bir şehri gemiyle terketmek, sıkıldığımda keşke o ana geri dönebilsem diyebileceğim anlardan birini o an yaşadım. Orada uzun uzun oturdum. Artık hava yavaş yavaş aydınlığını yitirmeye başladığında uyuma amaçlı olarak kamarama indim ve güzel bir uykuya daldım. Yatağımdan ayrı ikinci gecem gemide geçecekti.

0 Yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...