13 Aralık 2010 Pazartesi

Yeşil Paranın Rengidir

Global çevrecilik.
Kredi kartımızdan aylık olarak çekilen belirli bir miktar para ile "çevreyi koruyorum, mutluyum" şeklinde tatmin olmak.
Ama aynı zamanda aynı kredi kartıyla ihtiyacımız olmadığı halde yeni birşeyler almak, tüketmek, tüketmek... Yenisini aldıkça eskisini çöpe atmak.

İki vidyo var paylaşmak istediğim:



Bir de şu eğlenceli vidyo, konuyla doğrudan alakalı olmasada dolaylı kısmı yetiyor zaten:

30 Kasım 2010 Salı

Bitirelim mi Artık: Utrect - (Amsterdam) - Köln

  • Geç saatte François'nın evine varıp, tanışma faslı biraz muhabbet ve yatış
  • François, aslında bir fransız burada bir firmada işe girip buraya yerleşmiş ancak yakın zamanda istifa etmiş ve bisikletle dünya turu hazırlıkları yapıyor. İstanbul için benden söz aldı :) Aynı zamanda hergün yoga egzersizleri ve meditasyonu uyguluyor. Burada bir toplulukta yardımcı eğitmenlik yapıyor, bir iki ay sonra eğitmen olacakmış.
  • Sabah biraz geç uyandık öğlene geliyordu, beraber dışarı çıkıp türk marketinden alışveriş yaptık. Marketteki neredeyse tüm markalar türkiyedendi. Hamidiye suyunun hollanda versiyonunu görmekte ilginçti. Daha sonra öğrendiğime göre aslında göçmen mahallesinde kalıyormuşuz ve Türklerin Utrechtte en çok bulunduğu bölge burasıymış. Şans. :) (Mevlana pidecisinden ve istanblue dönercisinden anlamalıydım. Ha tabi Konya etli ekmek salonunu unutmamak lazım)

  • Utrecht hollandanın heryeri gibi bisiklet diyarı. Bisiklet trafiği maksimum seviyede.

  • Ve beraberce yapılan türk kahvaltısının ardından, Amsterdam yolları. Tren ile git-gel 12€ (Bu yönden aslında güzel bir tüyo amsterdamda CS üzerinden iki erkek olarak host bulmak bizim için mümkün olmadı ama utrecht amsterdam'a trenle 30 dakikadan az sürüyor)

  • Ve gelirgelmez gözlerimiz hemen coffe shop arıyor doğal olarak. Sokakların buraya has kokusu hemen hissediliyor. :) Biraz coffe shopta takılıp etrafı keşfe başlıyoruz.

  • En çok ilgimi ve dikkatimi çeken duvar resimleri oldu

  • Amsterdam'dan aklımızda Coffe Shoplar, Trufflelar, Red Light District ve Anlatmayla bitmeyecek bir gece kaldı.
  • Ha birde Burak'ın okuldan arkadaşına rastlaması ve sanki istiklalde karşılaşmışlar gibi havadan sudan konuşup vedalaşmaları ilginçti tabi.
  • Ertesi gün Burak ile ayrı takıldık. Ben gelecekte bir dönem yaşamak isteyeceğim Utrecht'i keşfe çıktım. Burak ise doyamadığı Amsterdam'ı.
  • Utrecht'te dolaşırken bir elemanın bana birşey sorması anlamamam ve ardından ingilizce olarak "Türk müsün?" diye sorması nereden bildin deyince kafamdaki bere üzerindeki dağcılık kulübü logosunu göstererek, daha önce görmüştüm demesi. Hayat tesadüflerle dolu. :)
  • Ertesi gün ise Kölnden gelen güzel haber ile (Host bulmuştuk) yola çıkmaya karar verdik. Plan otostop yapmaktı. Ama pek öyle olmadı. Hem geç kalmıştık, hem de pek istek kalmamıştı. Eve dönüş modu ikimizede hakimdi, zira iki gün sonra istanbulda olacaktık.
  • Önce sınıra kadar tren ve daha sonra belediye otobüsü ile almanyaya geçiş. Oradan da küçük bir mali kriz yaşayıp-çözdükten sonra Köln yerine yanlışlıkla Düseldorf ve ardından nihayet Köln.
  • Köln'de hostumuz Paul ile buluşma. Kendisi Düseldorfta IT elemanı. Söylediğine göre Köln'de genel olarak göçmen düşmanlığı varmış. İki Türk'ü kolay kolay misafir etmezler diyor kendisi. Paul zamanında TR'de bulunmuş ve türkleri daha iyi tanımış bu yüzden son dakika grubuna attığımız mesaja olumlu cevap vermiş.
  • Tesadüfün böylesi: Yine türk mahallesindeyiz. Çıkıp lahmacun arası döner şeklinde hayvani bir törkiş fastfood olayına giriyoruz. Bir iki de bira ve sohbet.
  • Ertesi gün Paul ile sabahtan evden çıkıyoruz. Akşam gelip çantalarımızı alacağız. Biraz güven problemi seziyorum kendinde. Ama anlayışla karşılıyoruz. Genel olarak iyi bir insan.
  • Paulden aldığımız şehir haritası ile tekrar tren istasyonuna geçiyoruz. Meşhur kilise bizi karşılıyor. Güzel bir kahvaltı ve etrafı turlamaya başlıyoruz.
  • Riga'da gördüğüm köprüye kilit asma mevzusu burda da var. Burda biraz abartmışlar ama.

  • Ve birilerinin bu duruma isyanı :)

  • Michael Jackson'a saygı

  • Ardından kilise önünde dünya şehirleri sergisine rastlamak ve yaşlı çiftlere istanbulu anlatmam, onlar sordu ben gösterdim.

  • Ve uzun şehir yürüyüşleri.

  • Kenti çevreleyen koca parkta öğlen dinlencesinden sonra artık iyice dönüş moduna girmek. Ve Paul'den eşyalarımız alıp, zifiri karanlıkta parkta keyiflenmek.
  • Sonra hava alanına geçip, bagaj hakkımızı bir anne-kız ile paylaşıp istanbula gelmek ile 31 gün süren yolculuğumu(zu) tamamladık.

Not: Bu yazı çok acele oldu birşeyler ekleyeceğim sanırım sonra. Ama artık bitirmek istiyorum. Okuduysanız teşekkürler :)

28 Kasım 2010 Pazar

Yola Devam: Paris-Lille-Utrecht

Yavaş yavaş toparlarsak şöyle oldu:

Yolda ilk gün:

Buradan sonra planımız Burak ile Utrecht'e otostop yapmaktı, sabah erken kalkıp güzel bir kahvaltı ve alınan duş ile yola hazırlık aşaması tamamlandı. Kendimize güzel bir karton bulup yol tabelası yaptık ve Rita ile beraber metroya geçtik. Rita ile ilk vedalaşmamız orada oldu, çiftin duygusal vedalaşmasından sonra önceki gün hitchwiki üzerinden tespit ettiğim noktaya gitmek üzere 13 numaralı metroyu beklemeye koyulduk, önce anlayamadığımız bir anons sonra Ritanın gelip bizi anons hakkında uyarması. Metro raylarına bir adam düşmüş ve sefer iptal olmuş. Hemen güzergah değişimi ve Rita ile ikinci vedalaşma.

Noktaya ulaştığımızda en iyi noktayı tespit etmeye çalışmak ve 10 dakika içinde bir araç bulmak. Otoban çıkışında şoför arkadaşın kendi ürünlerinden bize ikram etmesi. Tabi burak Panelvan aracın bagaj bölümünde olunca sadece bakmakla yetindi :) (Genelde şoförler ile iletişim kısmı bendeydi, bu yüzden öne oturan ben oluyordum.)

Burası çok net değil, tam olarak nerede indik hatırlayamıyorum. Ama İndiğimiz yerden yeni bir araç bulmamız o kadar uzun sürmedi. Böylece kısa sürede Fransadaki son kent Lille'e vardık.

Kısa bir şehir turu. Etraftaki sokağa atılmış eski eşyaları karıştırmak. Burada millet eskilerini sokak başlarına bırakır ihtiyacı olanda gelir alırmış. Güzel bir adet.

Başarısız bir iki otostop denemesinden sonra, akşam olduğundan ve yağmurlu olduğundan Utrecht'teki hostumuza gelemeyeceğimizi bildirip geceyi burada geçirmeye karar verdik. Plan tren istasyonunda yatmaktı ama muhtemelen gece kapanacaktı. En azından kapanana kadar kuru ve sıcak bir yerde dinlenebilirdik. Girişteki McDonaldsta karın doyurma, WC ve internet gibi insani ihtiyaçlarımızı giderdik.

Bu arada nette CS Emergency grubuna mesaj atmıştım. Ve mucize gerçekleşti. 30 dk içinde bir host bulduk. Tek odalı bir evde tek başına yaşayan Wan Muzaffar adlı arkadaş, sınavı olmasına rağmen bizi kabul etti sağolsun. Ve ıslak, soğuk bir gece beklerken. Sıcak ve nispeten rahat bir gece geçirdik. (Neden bilmiyorum buraya kadar fotoğraf çekmek aklımıza gelmedi)

...

Yolda ikinci gün:

Ertesi gün şehrin otostop'a uygun noktalarını kontrol ettik ama bu konuda çok kötü bir şehirdi. Uygun noktayı bir türlü bulamadık. Oradan oraya sürüklendik. Ve en sonunda bir noktada filmlerden çıkma iki göçmen görünümlü abi bizi kabul etti. Nereye gideceğimizi bilmeden binelim dedim. Bu şehirden artık kurtulmak istiyordum. Tabelamızda "Belgium" yazıyordu. Araçta harita üzerinden gideceğimiz yeri öğrendim. Belçika sınırında küçük bir köye gidiyorduk.


Ve Belçikaya varış. Sağ olsun göçmen abiler bizi Belçika sınırı içine kadar bıraktılar. Bulunduğumuz yer Warneton adlı küçük bir kasabaydı. Burada iner inmez muazzam manzaralar ve insanların güler yüzlülüğü sayesinde hemen keyiflendik. Otostop yaparken insanlar almasa bile gülümsüyor, el sallıyorlardı. :) Buradan İlk büyük şehir Kortjik'e gitmek üzere tabela yazıp beklemeye koyulduk.



Çok kısa beklemelerle, kasaba kasaba ilerleyerek. Kortjik'e vardık. Yeni Hedefimiz Gent idi. Buradan karısı yeni doğum yapmış genç bir arkadaş bizi Gent'e bir adım daha yaklaştırdı. İsmini tam hatırlayamadığım kasabadan da bir ailenin arabası ile Gent'e vardık. (Bu arabada iki kadın vardı ikisininde oğulları TR'de Burak ile aynı okulda erasmus yapıyorlarmış, dünya küçük)

Gent'in güney tarafında bırakıldığımızdan sonuçsuz birtakım otostop denemelerinden sonra kuzey tarafına ilerlemeye karar verdik. Uzun yürüyüşlerden sonra şehri boydan boya geçerek, üniversitenin yanında otostopa başladık. Çok geçmeden bir araç durdu. Bizi alan beyefendi buraların eskisiymiş. Antwerpen'de oturuyor ve burada üniversitede felsefe profesörlüğü yapıyormuş. TR konusunda oldukça bilgili ve bir çok kez ziyaret etmiş birisiydi. Yılmaz Güney üzerine güzel bir muhabbet ettik. Ve işte bizim için günün kırılma noktalarından biri de burada gerçekleşti. Antwerpen yolunda olağan dışı bir trafik vardı. Burada 1 buçuk saate yakın zaman kaybettik. Birde üstüne Gent kuzeye giderken kaybettiğimiz vakti ekleyince, sonuç olarak Utrecht'e yine ulaşamayacaktık. (Acemi otostopçular :) diyeceğim ama iki tane kara kuru pis görünümlü erkeğe göre yine iyiydik) Neyse bu konuyu çok takmadık. Antwerpen'de biraz gezip karnımızı doyurduk. Hava hala kararmamıştı, olası otostop noktasını kafamda çizip yola koyulduk. Burak'ı bilmiyorum ama ben açıkçası çok da umutlu değildim ama yinede denemeden pes etmek istemiyordum. Denedik başarılı olamadık malesef. (Önce inanacaksın abicim)

Antwerpen'den manzaralar:





Oldukça uzun sayılabilecek bir yürüyüşten sonra doğruca tren garına geçtik. İlk tren ile Utrecht'e gitmek üzere beklemeye koyulduk. (10 küsür € sanırım) Bu arada hostumuzu arayıp geç saatte geleceğimizi bildirdim, sorun olmayacağını ama son otobüse dikkat etmemiz gerektiğini söyledi. Ve evet son otobüsü giderken gördük, son dakikada kaçırdık yani. Neyse Taksi ile yapılan kısa bir yolculuktan sonra hostumuz François'nın evine vardık.

Ve avrupa gördüğümüz birçok tren garı gibi Anwerpen'deki de muhteşemdi. Tarihi ama modern. Üç katında da ayrı ayrı tren rayları vardı. Mühendislik harikası.



Biz bizim elimizdekileri yok etmeye çalışıyor, yakıyorken...

26 Kasım 2010 Cuma

Ordan burdan sokak resimleri:

Burası Milano-Bergamo hava limanından karşısındaki alışveriş marketine giderken geçilen alt geçit ve "oh ye memed: bir istanbul masalı"


Paristen:



Üstteki resimde işeyen adam da var :)






Bu devasa bir şeydi (üstteki)

Matematik Dersi


Pipo



Burası da Barcelonada boşaltılmış bir işgal evi:

Ve Bologna'dan bir çalşma:

Ve 2 sene öncesinden Gürcistandan kalan bir resim:

24 Kasım 2010 Çarşamba

Paris: Kısa Kısa (Fotoroman tadında)

Buradan sonra defterime düzenli yazmayı bırakmışım. Sadece notlar var, bu yüzden kısa kısa notlar şeklinde bitirmek istiyorum. Üzerinden zaman ve anılar geçtikçe unutuluyorlar zaten. Fazla uzatmamak gerek.
  • Parise gri yağmurlu bir günde ulaştım. İlk dikkatimi çeken tren istasyonundaki askerlerdi. Sonradan öğrendiğim kadarı ile taşıdıkları ağır silahlar boşmuş. (Saçma geldi şimdi)
  • İkinci dikkatimi çeken şey ise şehrin evsizlerle dolu olduğuydu, ama daha sonra farkettim ki bazıları bunu seçmişler. Yani istekleri doğrultusunda sokaklarda yaşıyor gibiydiler. Ve sonradan şuna şahit oldum. Bir polis eskortunda sağlık görevlileri sokaklarda yaşayanları aşılıyorlardı.
  • Nerede olduğumu anlamaya ve Margaya telefon açmaya çalıştım hemen. Etraftaki şehir haritalarından yararlanarak bulunduğum yerden "Republique" durağına olan yolu çizdim kafamda. Margaya ulaşmak ise yalan oldu. Kontörüm yani liralarım bitmişti. Telefonla saçma sapan bir kontor yükleme denemesinden sonra bu işten vaz geçip republique durağına vardım.
  • Quick'te bir hamburger yedim ve internetten kontor yükledim. Burak'a ulaşıp durumu sordum. Akşama geleceklerini söylediler. Etrafta biraz zaman geçirip "Hak Yolu" nu gördüm. Starbucks'ta yarım saati 2€'ya interneti reddedip, "2001: Space Odyssey" filmini izleyerek zamanı akşam ettim ve Burak ile buluştuk. Rita ile de ilk tanışmamız o an oldu.

  • Beraberce Republique semtinin merkezindeki belkide hayatım boyunca bir daha hiç kalamayacağım eve geçtik. Marga ve Elda ile de ilk tanışmamız burada oldu. Bu kızlar komple portekizliydiler ancak Rita ve Marga buraya yerleşmişlerdi. Elda ise onları ziyarete gelmişti. (Mi?) Ev patronlarının eviydi. Biz geliyoruz diye ödünç vermişti (!) Güzel saatlerimizin geçtiği evin balkon manzarası şöyleydi:

  • Akşam yemeği soğuk karşılamanın ardından tanışma kaynaşma zamanları. Ve Elda neden burada öğreniyoruz. Kendisi hostes olarak Ryan Air'de çalışırken, yerde içilen 1 biranın uçakta 3 bira etkisi yapması ve aktarma durağı olan pariste yanlışlıkla inip uçağı kaçırması ve yollarımızın kesişmesi.


  • İki kişilik bir koltukta, rahatsız geçen bir uykunun ardından, güzel bir kahvaltı ve kısa kısa paris gezisi. Hedef: Châtelet. Parizyen tiplere alışma günü.


  • Friendfeed'den kimseyi tanımıyorken, gidip pariste yaşayan sicola ile buluşmamız, tanışmamız.
  • Akşam koli koli bira içip çılgın bir gece geçirmemiz.

  • Ve tembel paris günleri, öğlene doğru kalkmalar, kızlar tarafından hazırlanan kısmen nefis yemekleri yemek. Daha önce çekilen sefilliklerin ardından biraz salıverme zamanları. (Aşağıdaki fotoda yine bozulmuş bir bilgisayarı tamir etme çabaları görülmekte)


  • Elda'yı gönderdikten sonra Burak, Rita, Marga ve Ben tayfası ile "Fete de La Humanite" adlı Fransız Komünist partisinin düzenlediği sudan ucuz (19€) festivale katılmamız. Envai çeşit milletten komünist partilerin, ayrılıkçı örgütlerin (TR'den Halk Cephesi ve PKK) açtığı standlar arasında dolaşıp, yemeklerini yeyip akşamına Prodigy, Madness gibi adamları dinlemek. Ve bu sırada istanbuldan, üniversiten arkadaşına rastlamak (Evet aynen, Oha!)
  • Kamp bileti almayı unuttuğumuz için sokağa kamp kurmamız ama polisin gelip, çadırı toplamamızı istemesi ve festival alanı içine kaçak kamp kurmamız. Kimsenin birşey dememesi, ne güzelmiş.

  • Festivaldeki neredeyse muhteşem düzen ve temizlik. Ev konforunda tuvaletler. (Bizdeki toirent faciasını düşününce)
  • Politik bir festivalin olaysız geçmesi. Etrafta polis olmaması vs alışılmadık durumlar benim için.
  • Festivalin son günü "Boogie Balagan" adlı grubun "Erkin Koray"dan "Yalnızlar Rıhtımı"nı söylemesi güzel bir sürpriz oldu Burak ve benim için. Tabi unutulmazlar arasına arada çıkan dansçı kızın müthiş şovunu da eklemek lazım.

  • Meşhur Paris mezarlığında girer girmez "Yılmaz Güney"in mezarı ile karşılaşmak. Ahmet Kaya da buradaymış ama göremedim. Ve burada yatan insanların "mezar" kavramına farklı bakışlarını farketmek. Devasa ancak bir o kadarda güzel mezarlar görmek. Ha anlamsız geldi orası ayrı.

  • Eyfel kulesinden yeterince etkilenmeme durumları, ama sonra yapıldığı dönemi düşününce iyi kasmış adamlar.


  • Champs-Elysees de gezerken Louis Vuitton mağazası önünde saçma sapan bir kuyruk ve bu kuyruğun fotoğrafını çeken turistler. (Ve biz)

  • Ritanın köpeği Carolina ile tanışmak kaynaşmak ve bol bol gezdirmek. Köpekle birçok yere sorunsuz girmek, hatta metroya elinde köpek ve bira ile girip kimsenin pis pis bakmaması tersine köpeğinize sempati ile bakmaları ne güzelmiş.


  • Gitmeden son gün Türk yemeği yapacağım size deyip, malzeme aramak ve bulamamak durumları, sonrada gidip bulgur diye kuskus almak ve bulgur muamelesi yapıp deneysel bir yemek hazırlamak ve beğenilmesi hoş bir anı oldu bende. Cacık gibi yapımı çok kolay olan bir şeyin umduğumdan fazla beğenilmesi de ilginçti.
  • LİDL mucizesi pariste de geçerliydi.
  • Hayatımda hiç tüketmediğim kadar bira tüketmek. Çeşitlilik güzel şey.

  • Son olarak da üstteki fotodaki ifadem paristeki günlerimin özeti aslında. Mutluydum.

    Not: Fotoların çoğu Burak ve Marga tarafından çekilmiştir.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...