30 Ekim 2012 Salı

Geleneksel Kurban Bayramı Tırmanışı

Bu bayramda da artık gelenekselleşen tırmanış tatillerimden birini gerçekleştirdim. Tırmanış partnerim Fatih ile, aladağlardaki bir tırmanış sırasında kafamızda oluşan sivridağ da tırmanış planları daha sonra geyik sivrisi'ne dönüşmüş Tunç Fındık ile Mustafa Kalaycı'nın haziranda açtıkları yeni rotaya göre planlarımızı yapmaya başlamıştık. Sonra da Fatih beni arayıp Tunç Fındık'ın da geleceğini söylemişti.

Varan seyahatin daracık koltuklarında, önümdeki koltuk başlığı ile suratım arasında kalan 30 cm mesafe ve saçma sapan TV programlarını izleyerek, uyumaya çalışarak uzun mu uzun ve uykusuz bir geceden sonra bayramın birinci günü Antalya otogarına kendimizi attık. Sallana sallana bir şekilde Josito'ya ulaşıp açlıktan gebere gebere ilk rotalarımıza girdik. Ön kollarımızın daha ilk rotada davul gibi olmasından sebep ikinci rotadan sonra pes ederek çadırımıza yollandık.

Bu arada sevgili Tunç'un, hava durumu ve günlerin kısalmasından ötürü tavsiyesi üzerine rotayı tekrar sivridağa çevirdik. Kayanın ve havanın durumuna göre ya eski rotalardan birini çıkacaktık, ya da güzel bir hat bulup gitiği yere kadar gidecektik.

Son dönemlerdeki keyifsizliğimden, moral ve motivasyonsuzluğumdan faaliyet sabahına kadar bir türlü kendimi tırmanışa hazır hissetmesem de, kemeri giyip kaskı taktığımda, eller toza bulanıp kayaya dokunduğumda, keyfim yerine geldi.

Kayanın sağlamlığı, rotanın güzelliği, kafamı çevirdiğimde gördüğüm manzara, şehire bu kadar yakın olup ama tırmanışın bu kadar içinde olabilmek inanılmaz duygular içindeydim.

Bu şekilde sabah 10:00'da başlayan tırmanışımız 15:30'a kadar devam etti, yer yer çatlak, yer yer slab kaya şeklinde bir hayli yükseldik, öyleki bitmesini istemediğim bir tırmanış oldu.

Tırmanış bu kadar keyifli olunca zaman da su gibi aktı tabi, ve bitti. Hızla inişe geçip hava kararmadan tırmanışı sonlandırdık.

Ertesi gün girilen ipimizin boyu yettmediğinden dolayı tamamlayamadığımız bir iki keyifli rotadan sonra da yemek-bira-duş vs ve otostop ile Antalya'ya dönüş, son dakikada yakalanılan sağanak, ıslanan ayaklar ve tekrar bunalımlı günlerin başlangıcı İstanbul.


Rota - Kaynak: Tunç Fındık

Bu arada ilginç bir tesadüf yaşadım konudan alakasız, onu da yazayım da kayda geçsin. Çadırımızı toplarken yerde boş bir poşet bulup hep yanımda taşıdığım küçük sırt çantama atmıştım, bir de son dakika duş alacağım diye kıyafetlerimi ayırırken yanlışlıkla iki çift temiz çorap çıkarmış ve çantamı tamamen topladıktan sonra bunu farketmiştim ve o fazla çorabıda küçük sırt çantama atmıştım. Sanki başıma gelecekleri biliyormuş gibi. Antalya otogara geldiğimde ıslak ayaklarımı ne yapsam diye düşünürken aklıma yedek çorabım geldi, aa bir de baktım hemen elimin altında. E bu ıslak çorapları ne yapacağım derken aa bir de baktım çantamda boş bir poşet. :) Değişik bir tesadüf.

23 Ekim 2012 Salı

Yağmurlu Bir Gün

"Yağmuru" severim ben, ama yağmurdan daha çok yağdı yağacak dedikleri o havayı, gök yüzündeki "gri bulutların" altında kalan toprağın, çimenlerin, ağaçların veyahut denizin rengi, onların sahip oldukları renklerin en güzel göründüğü andır bence.

Ve üstüne eklenen hafif bir "rüzgar", sadece tüylerimi ürpertecek kadar, tozu toprağa katmayacak kadar.

Sonra o rüzgar hafif hafif kokular getirecek burnuma. Toprak, ot, ağaç, tezek. Ama en çok da "toprak". Oran çok kıvamında olacak sadece dikkat ettiğinde diğer kokuları hissedebileceğim.

Evet işte en sevdiğim mevsim geldi, umarım toprağı hissedebileceğim kadar "doğaya" yakın olurum bu mevsimde.

İşte deniz kum güneş fotosuna cevabım budur
Yağmur olmadığında bazen şöyle takıldığım doğrudur.

Kendime Not: Yağmurla alakalı o kadar çok yazmak istediğim şey varmış ama bu yazıyı uzatmak içimden gelmemiş.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...