31 Ağustos 2010 Salı

Bologna

İstasyonda yattığım yerden tavanın görüntüsü, başkasına pek birşey ifade etmeyen ama beni o ana götüren fotolardan biri

İstasyonda yatmamız nedeniyle yine saat 5 gibi kaldırıldık, önce görevliye içten içten kızsamda aslında bu şu anlama geliyordu, biz artık sizi korumuyoruz başınızın çaresine bakın. Ve haklıydı matımı toplayıp bankta uyumaya geçince hemen yanıma birisi gelip oturdu, durumdan şüpelendim ancak hem ceplerim boştu hemde fermuar korumalıydı :) Arkadaşta durumu farketmiş olacak ki bana değil diğer yanında uyuyan elemana yönelmiş. Ben farkında değilim ancak geceyi beraber geçirdiğimiz gruptan bir eleman diğer taraftaki çocuğu uyardı, yan kesici arkadaş ise söylene söylene gözden kayboldu. Böylece günün ilk aksiyonunu yaşamış olduk. Güzevlik açısından cebimde ve cüzdanımda fazla para taşımıyorum maksimum 20€ taşıyorum kalanını çantamın çeşitli ve ulaşılması zor bölmelerinde saklıyorum. Neyse iyice uyandıktan sonra kahvaltı işini muz ve ekmek ile geçiştirip, WC ihtiyacımızı 1€ya karşlayıp bir sonraki hedefi kararlaştırma işine koyulduk.

Nereye gidelim diye düşünürken güneye inmeye karar verdik,yeni hedef Bolognaydı. Bir kaç kişiye CS isteği gönderdikten sonra Bologna'ya doğru gitme seçeneklerini araştırdık. Tren bilet fiyatı çok da yüksek değildi bizde bu yolu seçtik. 12€ tuttu bilet.

22 Ağustos Pazar - Bologna

06.50 gibi trene binip Bolognaya geldik. yaklaşık 3 saat sürdü yol. Hemen istasyondan harita edinip şehri keşfe başladık. Yine öncelikli hedefimiz turist info ve internet bulmak oldu. Şehir merkezinde bir turist info görünüyoru haritada, oraya doğru geçtik. Bulduğumuzda daha ayrıntılı bir harita edinip, şehirde bedava internet olmadığını ancakyarın (pazartesi) kütüphaneden şifre edinip bağlanabileceğimizi söyledi. CS isteklerinden cevap gelip gelmediğine bakma üzere paralı interneti kullandık (0.50€ /yarım saat) Ve evet şansımıza 2 kişiden olumlu yanıt almıştık. Telefonunu gönderen Diana'yı arayıp akşam 21:30 gibi buluşmaya karar verdik. Ve şehirde takılmaya devam ettik.

Gece düzgün uyuyamadığımızdan ikimizde yorgunduk turist info dan aldığımız haritada yeşil görünen yerin park olduğunu düşündük ve gidip orada dinlenelim dedik. Açıkçası beklediğim daha fazla çimen ve ağaç gölgesiydi ancak vardığımızdaki görüntü, eski binaların arasında kalmış, ortasında kim olduğunu bilmediğim ve çokta merak etmediğim bir adamın heykelinin bulunduğu şirin bir parktı. Emekliler parkına benziyordu, :) etrrafta genelde yaşlılar vardı. Bizde boş bir banka oturup gözlemlemeye başladık. Burak kahve bulmaya gitti bende bu keyifli anı istanbuldan ayrılmadan önce aldığım yeni pipom ile değerlendirdim.

Parktaki kim olduğunu merak etmediğim heykel

İlginç İkili

Yorgunluğumuzu üzerimizden atmış, gece iççin kalıcak yer bulmuş ve McDonaldsın 1€luk hamburgerleri ile kanımızı doyurmuştuk. Artık şehri gezme zamanı. Elimizdeki haritaya bakıp, surların dışına çıkmaya karar verdik. Uzun sayılabilecek yürüyüşten sonra etrafın pek ilgi çekici olmadığına kanaat gettirerek tekrar surların olduğu kısma doğru yürürken ilginç bir dükkanlar zinciri ilgimizi çekti. Ahşaptan yapılma, ufak 5-6 tane kulübe şeklinde karşılıklı yapılar ve hepsi aynı çatıyı paylaşıyor. (Tabi böyle anlatınca olmuyor :) Pazar olduğu için malesef hepsi kapalıydı. Sadece en sondaki kafe açıktı. Önünden geçerken fiyatların çokta fazla olmadığı dikkatimi çekti ve hadi dondurma yiyelim niyetiyle bir masaya oturduk. Yandaki masadaki eleman bana dönerek italyanca (doğal olarak) konuşmaya başladı. İngilizce konuşabilirmisin dediğimde duraksadı ve gülerek bugünün onun doğum günü olduğunu ondan içtiklerinden felan bahsetti ve diğer arkadaşını tanıştırdı. Filmlerden çıkma tiplerdi, biri sürekli konuşuyor, içiyor ve gülüyordu, müzisyen olduğunu ancak dişi kırılınca artık eskisi gibi şarkı söyleyemediğinden felan bahsetti, diğeri ise daha iri, soğuk, mimiklerini göstermeyen daha efendi bir adamdı, ama kırmızı atletin üzerine giyilmiş deri yelek ve uzun saç ile hiçte türkiye efendilerini andırmıyordu. :) Uzun keyifli muhabbetten sonra yarın için tekrar gelmemiz konusunda davet aldık. (Ama gitmedik)
Muhabbet Ortamı, Dondurmayı unutup bira aldık
İkiliden ayrıldıktan sonra istasyona doğru yola çıktık, Diananın verdiği tarifle evini bulduk, söylediğinden erken varmıştık ve evin önünde 20dk kadar bekledikten sonra hayatımda tanımaktan memnuniyet duyacağım muhteşem bir insanla daha tanıştım. O kadar sıcak ve içtendi ki sadece 2 gün kalmamıza rağmen şu an hatırladığımda sanki kırk yıllık arkadaşımmış gibi hissediyorum.

Diananın evinde 2 gün boyunca tembellik yaptık, tren istasyonları bizi biraz yormuştu anlaşılan, ama diananında evini kendi evimizmiş gibi hissettirmesi de ayrı bir nedendi tabi. Bu iki gün boyunca evde bizden başka 2 Polonyalı ve birde Amerikalı vardı. Yine muhteşem insanlar. Diana Couch Surfing sitesinde henüz yeniymiş ancak son 20 günde 25 insan ağırlamış evinde, ev hostel gibiymiş son 1 aydır. Ayrıca evinde bulunan ADSL modemi tamir etmek üzere gaza gelip başlamam ve diananın senden önce 2 ayrı kişi denedi ama yapamadı demesiyle iyice gaza gelmem ama yapamamam ve bizden bir gün sonra gelen Ryland'ın (Amerikalı) aynı şekilde uğraşması, gaza gelmesi ve yapamaması ve bu mevzunun bundan sonra evde gelenek haline gelmesi de hafızamda yer etmiş. Paylaşayım dedim.

Bu iki gün boyunca bolognada dikkatimi çekenler:

  • Hayatımda hiç görmediğim, duymadığım akustik açıdan inanılmaz bir mevzu olan, şehir merkezindeki eski tarihi yapıdaki düzen. Şöyle ki ufak bir hol dört köşesi var. Ve karşılıklı iki köşeye iki kişi geçip köşeye doğru konuştuklarında birbirlerini çok net bir şekilde duyuyorlar. Aralarındaki mesafe 5-6 metre civarında, yüzleri birbirlerine dönük olsa sanırım o kadar net duyamazlar. İnanılmazdı.
  • Devasa Neptün heykeli, ve onun başparmağı ile ilgili yapılan şaka.
  • Eski Bolognanın dört bir yanına dağılmış kuleler. Diananın söylediğine göre bu kuleler, eskiden zengin aileler tarafından yaptırılırmış. Ne kadar zenginsen kulade o kadar büyük oluyormuş, bazılarıda bir dönem hapishane olarak kullanılmış. İflas eden ailelerin kuleleride yıkılıyormuş. Ayrıca kulelerden bir tanesi Pisa kulesi gibi yamuk duruyordu.
  • Şehrin altından geçen kanallar varmış, biz göremedik ama taşımacılıkta kullanılırmış eskiden. Bir kısmında da yeterli su olduğunda rafting yapılabiliyormuş.
  • Burada güvercinleri kovalarsan uçmak yerine koşmayı tercih ediyorlar. Kovaladım tabi, çocuklar kovalıyordu ordan gördüm :)
  • Şehrin biraz dışında tepede bir kilise varmış. Şehirden oraya bir çeşit uzunca bir yol varmış ve o yoldan değişik, sıradışı bir şekilde yürürsen duan kabul olurmuş gibi birşey duydum.
Genel olarak eski Bologna böyle görünüyor

İlk Otostop Denemesi ve Yıkılışımız


Hostumuz ve Surferlar ile geçen keyifli iki günden sonra bu kadar tembelliğin yeterli olduğuna kanaat getirip ayrılma kararı verdik. Biz ayrılırken 4 tane macar gelmişti eve. :) Hedefimiz Genova şehriydi, ondan önce Parma vardı. Merkeze gidip internetlik işlerimizi halletmek amacıyla turist infonun yönlendirdiği bir binadan pasaportum aracılığı ile şifre aldık ve sağa sola CS istekleri gönderdik. Haritadan da otostopluk bir yer bulup, Parma yoluna çıkıp, otostopa başladık. Geç başladığımızdan 1 saat sonra hava karardı. İlk başta umutluyduk ama gitgide umutlarımız söndü. Bir süre sonra (4 saat) artık geçen arabaların, kamyonların aynı olması dikkatimi çekti, sonra bunu etraftaki hayat kadınlarının sayısı ile birleştirince, bu bölgenin otostop için yanlış olduğu kanısına varıp, şehre geri döndük.

Süpriz Festival Daveti

Ne yapacağımızı bilmiyorduk, Diananın "gidemezseniz geri gelin" demesine açıkçası utandık geri dönemedik :) (Ne utanıcam şaka tabi) İstasyona gidip Genova treninin saatine ve fiyatına bakalım dedik. Biletsiz almadan yapılan bir otobüs yolculuğu ile şehir merkezine vardık ve istasyona doğru yürümeye başladık, sonra kaldırım kenarında köpekleri ile oturmuş bir sürü ıvır zıvırı olan bir arkadaş bize birşey söyledi, geri dönüp ne diyor diye bakınca kırık bir ingilizceyle bizi bir festivale davet etti, kendisininde orada olacağını ve gelince orada görüşelim vs vs dedi. Johmmy gibi bir ismi vardı tam anımsayamadım. Sokak sanatçılarının toplandığı "Ferrara Buskers Festival" imiş. Neyse o öyle söyleyince neden olmasın deyip istasyona geçtik ve ilk trene bilet almak üzere istasyonun buz gibi bekleme odasına geçtik. Matımı serip uyumaya başlayacaktım ki görevli gelip yerde yatan herkesi kaldırdı. Karşı çıkanlar oldu galiba ki sinirle odadan çıkıp iki polisle geri geldi, oralık bir anda hareketlendi, pasaport ve bilet kontrolleri vs vs. Biletimiz olmadığından dışarı çıkarıldık. Bizde gidip biletleri alıp geri döndük ve sabah 04.30 treni ile Ferrara adlı küçük italyan şehrine geçtik.
Ferrara Buskers Festival

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Milano: 20 Saat süren gün

Bergamoya Varış

Şaşırtıcı bir şekilde rötarsız kalkan pegasus uçağına sondan bir önce binen yolcular biz olduğumuzdan pek fazla beklemeden, ne olduğunu anlamadan birde baktık ki uçaktayız ve havalanıyoruz. Uçağın ilk defa en ön koltuğunda oturuyordum, sağ üçlü koltuğun ortasındaydım, sağımda Burak diğer yanımda ise tombul bir italyan oturuyordu, Orhan Pamuk'un İstanbul Hatıralar ve Şehir olduğunu tahmin ettiğim romanının italyancasını okuyordu. 2 saatten biraz daha uzun süren bir yoldan sonra uyuklaya uyuklaya milano bergamo havaalanına vardık. Pasaport işlemleri bürosu kapalıydı bizde kalabalığı takip edip bagajlarımızı aldık, daha sonra pasaport işlemlerini yaptırıp, üzerimizdeki şapşalllıkla bergamo hava alanını keşfe başladık. Eski bir hava alanına benziyordu, hemen interneti kontrol ettim nafile. Hepsi ücretli internetti, Ayrıca gece olduğundan turist info da kapalıydı, bu yüzden daha önce gönderdiğim CS taleplerine bakamadım. Saat 03:00a geliyordu biraz dolandıktan sonra kendimize bir bank bulup uyumaya çalıştık. Etraf kalabalıktı herkes bir köşe bulmuş uyuyor-uyumaya çalışıyordu. Öyle böyle sabahı ettik. Sabah demişken 05:00da hava alanı polisleri tarafından kaldırıldık. Yatamazsınız artık diyorlardı, ancak oturarak uyuyabilirmişiz. Neyse fazla uyuyamadık zaten, sabah kalkınca kendimze yiyecek birşeyler bulmak amaçlı dışarıyı gezmeye başladık, hava alanı karşısındaki Ori alışveriş merkezini gördük ve yolun karşısına gitmeye karar verdik, yolun karşısına geçerken altgeçitte duvarlarda yazılar vardı bizde bizimkini ve istanbulda popüler olan bir iki duvar yazısınnı bıraktık. (Burak(s) from istanbul 08.2010) İlerde gidipte o duvarlarda türkçe söylemler görürseniz şaşırmayın :) Dolana dolana saati 7 ettik. Alışveriş merkezi saat 10da açılıyordu beklememeye karar verdik. Milanoya gitmek için hava alanına geri döndük, Shuttle servisler vardı ancak 6€ idi. Vermek istememize rağmen insanlara alternatifleri sorduğumuzda en mantıklı yolun bu olduğunu söylediler, bizde 09:10 shutttle servisi ile milanoya geçtik. Yaklaşık 50dk süren yol için aslında bu ücretinde normal olduğuna kanaat getirdik.

Milano

Central Station'da biraz dolaşıp gezindik, yemelik birşeyler bakındık, çantalarımızı bırakmak istedik, tuvalet ihtiyacımızı gidermek istedik birde internet istedik ama nafile hiçbirini ücretsiz gerçekleştirmek mümkün değildi. Tuvalet 1€, Bagaj 4€+ 6saatten sonra 0.60€ tutuyordu. İnternet zaten yok. Tek ilgi çekici kısmı tarihi yapısı olan binayı terkedip ucuz yemek aramaya başladık tabiki çıkar çıkmaz karşımızda 2 adet McDonalds görünce (normalde TRde gitmem yemem ama bu tarz gezilerde bazen en ucuz seçenek oluyorlar) girip kontrol edelim dedik ve 0.50 € luk hamburgerlerini görünce 3er adet kahvaltılık midemize indirdik. Daha sonra istasyondaki turist info'dan aldığımız haritadan şehrin merkezine doğru yola koyulduk. Gece pek uyuyamamanın verdiği miskinlikle sırtımızdaki çantaların ağırlığı birleşince gördüğümüz bir parkta mola verdik. Elimizi, yüzümüzü yıkayıp bir ağaç gölgesindeki banka oturduk ve etrafı gözlemlemeye başladık, o sırada ispanyola benzeyen bir hanım efendi "Ciao" dyerek yanımızdan geçti selamını alarak karşılık verdik. Biraz parkta dolaştıktan sonra geldi ve italyannca hızlıca konuşmaya baaşladı ve bize bir flyer verdi. Konuştu, konuştu ve konuştu. İtalanca bilmiyorum dememe fırsat bırakmadı yaklaşık 3-4 dakikalık konuşmadan sonra italyanca bilmiyorum diyebildim. Sonra başladı ispanyolca konuşmaya... Yine uzun bir konuşmadan sonra kusura bakmayın sadece ingilizce ve türkçe biliyorum diyebildim. Sonra durdu ve huh ok dedi ve papa-son vs vs diye konuşmaya başladı :) Baktı ki anlaşamayacağız dinden bahsetmekten vazgeçti ve bana oo sen Cengiz Hana benziyorsun dedi ve selam verip gitti :) Arkadaşlarıda arkasından giderken bize neredensiniz diye sordu TR deyince ooo "Şaloom" (???) deyip devam ettiler. İtalyan sivri sinekleri ile tanışmamızda yine bu parkta oldu. Anlayamadığım bir tür sivrileri var, ısırınca acayip kabarıyor ve en absürd yerleri ısırıyorlar.

City Center ve Duomo

İlk ilginçliğimizi atlattıktan sonra şehir merkezine vardık. Uzun bir cadde üzerinde pahalı mağazaları ile hafiften istanbulu andırıyordu. Günün cumartesi ve ayın ağustos olması sonradan öğreneceğimiz üzere şehirdeki insan sayısının azlığını açıklıyordu. Bir markete girip ucuza su alıp mağazaları gezmeye başladık ve hafiften de acıkmaya başladık. Ayrıca internet sorununu da çözememiştik. Arada gördüğümüz türk restoranlarına bakmaya başladık. Hem yemek fiyatını kontrol edecek hemde internet bulabileceğimiz bir yer soracaktık. Bir tanesine girip selam verdik. Ve tahmin edileceği üzere türk çıktı. İnternet bulabileceğimiz bir yer tarif etti ve oradan ayrıldık. Biraz dolaştıktan sonra internet işimizi hallettik (italyada bullunduğum süre boyunca her interneti kullanışımda pasaport sorulması kısmı ilk defa burada gerçekleşti) ve yolda gördüğümüz pazardan 2kg 1 € ya, ölmek üzere olan muzumuzuda alıp tekrar kebap restoranına geçtik. Birer kebap (Kebap dediğim döner aslında) söyleyip muhabbete başladık. Dükkandaki arkadaş Uğur adında buraya 3 yıl önce gelmiş bir türktü, sağolsun bize bir hayli yardımı oldu, şehri biraz tarif ettikten sonra çantalarımızı restorana bırakabilir miyiz sorusuna olumlu cevap verdi, ağırlıklarımız olmadan şehrin devasa kilisesini görmek üzere ayrıldık. Uzun sayılabilecek ancak bizim için yeni bir yol olduğundan bize oldukça kısa gelen yoldan sonra Duomo'ya ulaştık. (Bu italyada şehrin en büyük kilisesine verilen admış, ev gibi bir anlamı varmış) Hayatımda gördüğüm en büyük kilise belkide en büyük tarihi yapıydı. İçeri girip biraz bakındık, şehrin tenha olması işimize yaramış zira normal zamanda içeri girmek kalabalık yüzünden çok zor oluyormuş. Duomo'yu geride bıraktıktan sonra Dechatlon mağazasını bulup kendime mat aldım. (4€) Ve tekrar kebapçıya doğru dönüşe geçtik. Arkadaşlar iftarlarını yapmışlar muhabbet ediyorlardı. Bizde aralarına katıldık, Uğur italyan usülü makarnasından ve meyve salatasından bizede ikram etti. Sivri sineklerden fırsat buldukça yemeğimizi afiyetle yedik. Bu arada birde Uğurun arkadaşı Özgür ile tanıştık, Karnımızı doyurup muhabbet ettikten sonra 22:00 gibi restoranı kapattık. (İtalyadaki ilk günümüzde türk arkadaşlar edinmemiz ve orada türkçe uzun uzun muhabbet etmemiz, üstüne birde dükkan kapatmamız açıkçası ilginçti)

Daha sonra Uğur ve Özgür ile onların gözünden şehri dolaşıp, duomoya gittik. Giderken tramway kullandık ve bilet vermedik burada toplu taşımada bilet sorulmuyormuş, ancak bazen yetkililer rastgele kontrol yapıyor ve ceza kesiyormuş, e bizde çok fazla paramız olmadığından yakalanma riskini göze aldık. Zaten gece 23:00 civarı olmuştu saat. Neyse beraberce Doumonun oraya gidip meydanda oturup muhabbet ettikten sonra bizi central station a bıraktılar. Gece orada kalacaktık. Kapıda polisler olunca Uğur ve Özgür içeri alınmayacaklarını düşündüklerinden onlarla vedalaşıp ayrıldık. İçeri girerken türke benzeyen italyan polisi bize italyanca birşeyler sordu, italyanca bilmiyorum diyince, yine italyanca ama daha yüksek sesle aynı şeyi söyledi :) Ama sinirli felan değil, klasik refleksi uyguladı sanırım. :) Neyse anlaşamadığımızı gören diğer polis nerelisiniz deyince türk dedim aaa OK. Passport? deyince içeri alındık ve kalabalık bir grubun yanına matlarımızı serip biraz muz yeyip ve muhabbet edip, yaklaşık 20 saat süren günü sonlandırdık.

Seyahatin ilk günü beklemediğimiz kadar dolu ve eğlenceli geçti aynı zamanda da sefil ve yorucu. Ancak görmek istediklerimizi görünce sonunda çok güzel geçen bir gün ve iki yeni arkadaş vardı. İyiki bu başlangıcı yapmışım.

15 Ağustos 2010 Pazar

Nötr


Az önce kaderci bir söz okudum da aklıma geldi. Şu hayatta başıma gelen olaylar - iyi veya kötü hiçbiri- üzerinde %100 kontrol sahibi değilim. Düğer tüm canlılar gibi "yaşıyorum". Evet yaşıyorum, hayatımı idame ettirme iç güdüsüne sahibim. Daha bir çok iç güdüm var fakat hepsinin başında yaşama iç güdüsü var. O yüzden başıma gelen veya gelmesini istediğim halde gelmeyen olaylar, bu konuyu idrak ettikten sonra artık eskisi gibi beni etkilemiyor. Nötr kalmayı kısmen öğrenebildim. Ve fiziksel olarak hayatımı idamemi etkilemeyecek olayların aslında gereksiz yere nasılda tarafımdan büyütülebileceğini öğrendim.

Kimbilir daha neler öğreneceğim.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Zeytinyağı Deneyi

Unutulan ara ara hatırladığım çocukluk anılarımdan biri daha; 1993-94 senesi felan, Antalya'da şehir içindeki tek apartmandan oluşan çakma askeri lojmanda oturuyoruz. 5 katlı apartmanın 4. katındaki evimizin mutfağındayım, anılarımda heryer mavi tonda, güneş ışığı yok, öğleden sonra galiba, tahminim sabahçıymışım ve okuldan hevesle bu deneyi yapmak için eve dönmüşüm.

İlkokul fen bilgisi kitaplarında "Özkütle" konusu altında, yoğunluğu farklı olan sıvılar karışmadan kalabilir gibi bir konunun deneyi sanırsam. Deneyin yapılışını ve resmi hayal meyal hatırlıyorum. Zaten basit, bir çay bardağına suyu koy, sonra zeytin yağını dök ve bekle. Zeytin yağı yukarı, su aşağı...

Hevesle eve geldim ve yaptım, deneye başladığım sırada annem evde yoktu, bitirdiğimde ise gelmişti. (Ne tesadüf) Düzeneğimi gördü ve azarladı. Neden boş yere harcıyorsun zeytin yağını ben sana tavayı yıkarken gösterirdim dedi. :)

Bilim uğruna anne demedim, diyemedim.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

İtalya Vizesi Başvurusu: 180TL+ 1 Ice Tea


İnternet bu konuda açıklamalarla dolu bende benimkini yapayım bakalım. Belki birilerine faydası dokunur.

Dün başvurmayı planlarken bankalarda işlerimin uzun sürmesi sonucu bu güne sarkan başvuru sürecim şu şekilde oldu: Önceki gün bankalardan hesap cüzdanlarımın güncel hallerini almamla birlikte belgelerim neredeyse tamamlandı. Planım ertesi sabah, biometrik fotoğrafımı da çektirip, cüzdan fotokopilerini ekleyip başvurumu yapmaktı.

Saat 08:00 gibi evden çıktım kabataş üzerinden taksime vardım. Harbiyeye doğru yürüyüşe başladım etrafta fotoğrafçı ararken içten içe kendime kızıyordum - yahu buralarda fiyat fazladır fotoğraf için, neden dün üsküdarda çektirmedim- Gerçi geçen sene de üsküdardaki adam tamam abi biliyorum deyip yanlış kağıda çıktı alınca tekrar çektirmek durumunda kalmıştım. Belkide bu yüzden. - Bu aralar çok dalgınım kafam fazla yoğun bazı şeyleri bilinçsizce otomatiğe bağlayarak yapıyorum veya yapmıyorum, farkındalık yerlerde -

Neyse derken idata'yı buldum. Cumhuriyet caddesi 123 numara. (Nedir bu idata diyenler için: İtalyan Konsolosluğu işlerini evrak toplama işlerini özel bir şirkete vermiş bu şirket vasıtası ile başvurular yapılıyor. Hollanda da aynı şirkette. İyi olmuş kötü mü bilemedim.) Taksim tarafından gelirken idata'dan bir önceki sokakta gördüğüm fotoğrafçıdaki heykeltraş fotoğrafçı tarafından çekilen hızlı bir fotoğraf ve fotokopi makinası bozuk olduğu için bir alt sokaktaki kırtasiyede çekilen fotokopiden sonra doğrudan girdim idataya. Sıra numarası alırken telefonumu kapatmamı istediler. Kapattım. Gözlüklü sarışın ortayaşlı bayana denk gelmem inşalla diye düşünürken (ekşi sözlük idata başlığında gereken açıklama var) direk ona yönlendirildim.

Neyse bu aralar çok sakinim ve sakinliğimi korudum. Suratsız bir karşılamadan sonra günaydın diyerek konuya girdim ve belgeleri tek tek verdim. Uzun uzun inceledikten sonra uçak dönüş rezervasyonumun belgeler arasında olmadığını söyledi. Dün çıkardığımdan emindim ama o telaşla bende bulamadım. Başka eksik var mı diye sorduktan sonra, hayır gerisi tamam dedikten sonra, pekala hemen çıktı alıp geleyim dedim; ve evrakları geri aldım. Tekrar kontrol ettim oradaydı. Neyse herşey iyi giderken ters gitmemek adına çantada unutmuşum diyerek geri döndüm.

Ama hanımefendi yerinde yok idi. Yaklaşık 15-20 dk bekledikten sonra yeni numara istedim ancak güvenlik bayanın gelmek üzere olduğunu söyleyince bir 5 dk daha bekledim ve sonunda geldi. Evet evrakları teslim ettim. Bu arada evraklar arasında kendi hesap cüzdan fotokopilerimin işe yaramayacağını söyledi, benim mali durumumun değil sponsorlarımın (ailem) mali durum belgeleri önemliymiş. Fin vizesi alırken istendiğini söyledim burası italya diye ters bir tepki aldım (???) (Halbuki ikiside schengen) Neyse sabır.

Son olarak 180 TL rica edeyim derken, seyahat sigortamı sordum. Aaaaa ben onu unuttum diyerekten (Bak insanlık işte unutulabiliyor.) (Acaba ben de unutsam ne olacaktı?) O zaman 225 TL alayım cevabı geldi. 230 TL verdim. 5 TL var mı? sorusu geldi. Yok dedim. O zaman dışarda bozdurur musun? sorusu geldi. Ya sabır dedim çıktım DİA'dan Ice Tea aldım. kalanını verdim. Makbuzumu alıp çıktım.

Bir Schengen başvurusu böyle geçti. Bakalım bekliyoruz.

Verdiğim belgeler şöyleydi:
  • Başvuru Formu (IDATA web sitesinden veya IDATA ofisinden temin edilebilir).
  • İki adet fotoğraf.
  • Pasaportunuzun 1., 2., 3., temdit (Geçerlilik süresini gösteren tüm sayfalar), son sayfa (60.); varsa Schengen, Amerika, İngiltere, İsviçre, Romanya, Bulgaristan vizelerinin fotokopisi.
  • Son 10 sene içerisinde çıkartılmış pasaportunuzun geçerlilik süresi verilecek muhtemel vize bitim tarihinden itibaren en az üç ay olmalıdır. Ayrıca en az bir boş sayfası bulunmalıdır. (Ben 2 yıllık yaptırdım temizinden.)
  • İstenilen vize süresini kapsayan ve yabancı ülkelerde geçerli olan bir seyahat sağlık sigorta fotokopisi (Bunu idata'dan 45 TL ye yaptırdım.) (Sanki kazık yedim gibi geçen yıl 34 tlye yaptırmıştım)
  • Seyahat amacını, kalınacak süreyi ve tatil güzergahını tarihleriyle belirten şahsın dilekçe aslı.
  • Uçak rezervasyon bilgisi; tren bileti aslı ve fotokopisi İtalya’daki tüm otel ve hostel rezervasyonları (Toplam 30 günlük istedim ve 30 günlük otel rezervasyonu gösterdim. Booking.com üzerinden yaptım tüm rezervasyonlarımı.)
  • Tüm başvurularda, pasaport sahibine ait üzerinde T.C. Kimlik No yazılı 2 adet Nüfus Cüzdanı (Kimlik) fotokopisi getirilmesi zorunludur.
  • Maddi durumu gösterir belgeler (zorunludur):
  • Belirli bir maddi geliri olmayanlar (öğrenci, ev hanımı vs.), kendilerini maddi olarak destekleyen 1.dereceden (anne-baba-eş) yakınlarının geçimi ile ilgili IDATA evrak listelerine(turistik çalışan/turistik işveren / turistik devlet memuru vs) bakmalıdırlar. Buna ek olarak, destekleneceklerine dair bir dilekçe aslı ve dilekçedeki imzanın o şahsa ait olduğunu ispatlayan resmi bir evrak (ehliyet, pasaport fotokopisi vs.) getirmelidirler. (*)
  • Vize harcı ve IDATA koordinasyon bedeli. (120 TL+ 60 TL)
(*) Bu belgelerden benim verdiklerim.
  • Anne ve babamdan ayrı ayrı alınmış bana sponsor olduklarına dair dilekçeler ve ehliyet fotokopileri.
  • Anne ve babamın üzerine iki adet tapu.
  • Babamın emekli maaş bordrosu.
  • Benim adıma iki hesapta bir miktar para. (Hesap cüzdanı fotokopilerini verdim ama bayan geçerli olmadığını söyledi yinede ümidim var)
  • Anne ve Babamın emekli sandığı kimlik fotokopileri.
Yetersiz bulunursa umarım arayıp belge isterler de direk red yemem.

Bu arada kadın bendeki paranın anlamsız olduğunu söyleyince bende o zaman babama aktarayım paramı dedim ve kadın son dönemde yapılan havaleler geçersiz sayılır cevabını verdi anlamsız geldi ama işi sağlama almak amacıyla o zaman başvurmadan bir iki ay önce hesaba göndersek sorun olmaz demekki.

idata hakkındaki düşüncelerimi ekşiden şu alıntılar ile özetlemek istiyorum:

görevlileri kendini italyan konsolosu zanneden kuruluş. ... (idata başlığı 6. entry)

Süreç güncellendikçe editlerim bu yazıyı.

http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=idata
http://www.idata.com.tr/tr/

Edit No 1:

Vizeye salı günü başvurmştum Cuma 13:00 gibi idata'dan aradılar ve dönüş uçak biletimin rezervasyonunun olmadığını belirttiler. Haklıydılar zira sağolsun Trek turizm opsiyon olarak 2-3 gün veriyordu. Birde "Kendi hesaplarımın ayrıntılı dökümünü" istiyorlarmış, konsolosluğa gittiğimde ne demek olduğunu öğrenmiş oldum, ya hesap hareketlerinizi gösteren güncel belge ve aldığınız bankadaki görevlilerin imza sirküleri (bu belge düşünüldüğü gibi zor değil, görevli içerideki orjinal sirkünün bir kopyasını size veriyor. Ancak hesap hareketlerini ve güncel durum belgesini alabilmek için kendi şubenize gitmeniz gerekiyormuş) ya da hesap cüzdanınızın güncellenmiş hali (bunu herhangi bir şubeden yaptırabiliyorsunuz)

Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, idatadaki hanımefendi bana kendi hesabımdaki paranın önemsiz olduğunu söylemişti.

Geçtiğimiz salı belgeleri tamamlayarak konsoloslukta yaklaşık 1 saatlik bekleyişin ardından gayet kibar görevlilere, diğer belgelerimi de kontrol ederek teslim ettim. Perşembe gününden itibaren idata'yı arayarak gelip gelmediğini öğrenebilirsin cevabınıda aldıktan sonra oradan ayrıldım. Yarın perşembe heyecanlı bekleyiş sürüyor. Ancak yarın cevap alacağımı düşünmüyorum pek. Sanki haftaya sarkar gibi geliyor.

İkinci editi çıkıp çıkmadığı konusunda yapacağım hadi bakalım.

Edit No 2:

49 Günlük
multiple girişli vizemi bugün teslim almış bulunmaktayım. Gezi yazıları tekrar başlıyür. :)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...