23 Ekim 2010 Cumartesi

Barcelona'dan Paris'e Doğru Vol.1: İlk hedef Toulouse

Bir önceki günün hezimeti ile evden çıkarken tekrar geri dönebilirim hissiyatı, Carmeta ile tekrardan vedalaştım. Saat 09:00'a geliyordu. Evden çıkıp marketin önüne geldim. 09:00'da açılıyormuş. Açılmasını bekleyip yolda yemek için yiyecek ve içecek aldım. Ve son kez Barcelona Metrosuna binip, bir önceki günden tecrübeli olduğumdan çok zorlanmadan Barcelona-Figueres trenine bindim. Bugün artık buradan ayrılmak ve bir an önce kendimi fransız topraklarına atmak istiyordum. Bu yüzden Fransa'ya kadar olan yolun yarısından fazlasını tren ile alıp Figueres'ten otostopa başlamayı planladım.

Ve 06.09.10 Pazartesi günü not defterime aldığım notlar şöyleydi:

Figueres: Turist Info

Barcelona-Figueres trenine binip (9€) Figuerese geldim. Biraz kasabayı dolaşıp etrafı gezdim. Bu kasabanın en ünlü olayı Salvador Dali'nin memleketi olmasıymış. Ancak şahsın müzelerinin fahiş fiyatta ve buna rağmen müze önünde muazzam bir kuyruk olmasından dolayı hiçbirini gezemedim.(Giriş: 18€ydu)

Dali Müzesi

Gardaki turist infodan aldığım harita vasıtası ile şehrin kuzey çıkışına doğru yöneldim. Uygun bir yerde belkide yol boyunca yediğim en güzel, fiyat/performans kahvaltılarından birini yaptım. (Omlet-Patates-Salata) Ancak siparişi verince kadın şaşırdı. İspanyolca konuştuğundan nedenini anlayamadım. Hatta siparişi verdiğim menuyu alıp arkadaşlarına gösterdi ve aralarında gülüştüler. Neyse Kahvaltı-Öğle yemeği arası birşey oldu bu benim için zira saat 13:00 olmuştu.

Kafeden çıkıp otoban girişine doğru yöneldim. 1-2 km kadar yürümem gerekecekti. Ancak yürüdüğüm yol otostop için bir hayli uygun görünüyordu. Durma yasağı yoktu ve yol kenarında emniyet şeridi gibi bir şerit vardı. Tabelamı çıkarıp bir yandan yürümeye bir yandan da otostopa başladım. Tabelama "France" yazmıştım. Çok geçmeden bir araç durdu, 50 yaşlarında bir arkadaştı. İngilizce bilmiyordu ancak "Fransaya gidiyorum" kısmını zorlanmadan anladım ve bindim. Yol boyunca hep o anlattı ben dinledim. Çoğunlukla fransızca anlatıyor ama arada işaret diliyle bir şeyler de söylemeye çalışıyordu. Zor da olsa iletişim kurduk ve Fransadaki ilk kasaba olan Le Boulu'ya gittiğini öğrendim. Pyrene dağlarından geçerek Fransaya girdik. Sanırım dağların etkisinden bitki örtüsü yeşile, hava ise griye döndü. Sabahki 35 derecelik ispanyol sıcağından eser kalmadı. Çok uzun olmayan bir yoldan sonra Le Boulu'da indim.

Çiftin Arabasında Çantam

Burada tabela hazırlamadan otostopa başladım ve 10 dk içinde bir çift durdu. Perpignon'a gittiklerini söyledi ve bindim. Barcelona'da önceki gün olan Brezilya festivalinden geliyorlarmış. İspanyada alkol ucuzdu galiba zira araç alkol ve sigara doluydu. Neyse çok geçmeden Perpignon'a geldik. Tanıdık topraklar. :) Daha önce almanlardan burada ayrılmıştım. Onları bir daha andım. Bu arada biraz dinlenirken bir yandan da tabela hazırladım. Tabelamın bir yönünde "Toulouse" diğer yanında ise "Narbourne" yazıyordu. Narbourne bir yol ayrımıydı. Barcelona'ya giderken Perpignon'a buradan gelmiştim. Yolun bir tarafı Perpignona diğer tarafı Toulouse'a gidiyordu. Yani bugünkü hedefime.
Yeniden Perpignon Gişeleri

Şimdiye kadar çok iyi gelmiştim. Ve burada da şansım yaver gitti. Narbourne tabelamı gören Juli adında tatlı bir kız durdu. Arabaya binice tabelamın diğer tarafındaki Toulouse yazısını görüp bir an durur gibi oldu "Ya ben onu Narbourne diye görüp durdum, yanlış gördüm galiba" dedi. Tabelamın diğer tarafını gösterip aslında ikinci hedefim orası deyince olay anlaşıldı. Hoşsohbet bir kızdı, Medikal avukatlık yapıyormuş, şu an stajdaymış. Narbourne'da fizik tedaviye gidiyormuş. Canada gezisi sırasında "Seksek" oynarken düşüp dizlerini kırmış. Kırık ingilizcesine rağmen çok güzel anlaştık ve eğlenceli bir yolculuk geçirdik. En çok da o oyuna "seksek" dememiz hoşuna gitti. :)
Dostum David

Narbourne yol ayrımına geldiğimde çok rahattım zira buradan geçen araçların çoğu Toulouse yönüne gidiyordu. Kolayca araç bulurum diye düşünüyordum. Bu yüzden otoban gişelerine geçip biraz dinleneyim dedim. Tabelamı yanıma koydum ve oturdum. Tam o sırada daha otostopa başlamadan bir tır durdu ve "Toulouse" yönüne gittiğini söyledi. Şans :) Atladım hemen. Tır olduğundan çok hızlı geçmedi yol, fakat tırcı arkadaşın anıları sayesinde yine de kısa sürdü. Ve sağolsun yolu üzerinde olmamasına rağmen şehre girip beni merkez yakınlarına bıraktı. Bir şişede su verdi. :)
Toulouse Tabelam

Şehirde kısa bir turlamanın ardından tren garını buldum. Şansıma "turist info" açıktı. Aslında şaşırdım çünkü saat 21:00'e geliyordu ve ilk defa bu saatte açık bir ofis buluyordum. Kendi telafuzuna bakmadan benim ingilizce telafuzum ile dalga geçen memura pis bir gülümseme atarak adres tarifini ve haritamı aldım. Yine bir Fastfood ile karnımı doyurdum. Biraz daha şehirde dolaşarak tek gecelik hostum olan Benjamin'in evine yöneldim. Açıkçası rahatlıkla da buldum ancak soyadını hatırlamadığımdan ve zilde adını göremediğimden kapıyı çalamadım. Kontörüm bittiğinden arayamadım da. Etrafta ankesörlü telefon aramaya başladım ve buldum ancak çalıştırmak ne mümkün. Etraftan geçen gençlere sordum ancak onlarda anlayamadı. Sonra yurtiçi görüşme yapmam gerektiğini söyledim ve kendi cep telefonlarını kullanabilir miyim diye sordum. Ve görüşmenin ücretini öderim dedim. Sağolsun biri verdi ve Benjamin'i aradım ve haber verdim. O sevinçle gence para vermeyi unutup teşekkür edip ayrıldım. Özür dilerim dostum. :) Ayrıldıktan sonra aklıma geldi.

Benjamin'in evi muhteşemdi. Eski bir binaydı ancak gayet lükstü. 5-6 civarında odaya sahipti. Eve geldiğimde 4 kişi mutfakta oturmuş, şarap içip muhabbet ediyorlardı. Bana bir bardak şarap doldurdu ve bende onlara katıldım. Biri Ben'in arkadaşı diğerleri ise sonradan öğrendiğim üzere Avustralyalı CS'lerdi. Ben'e çok fazla ısınamadım, biraz ukala tavırlıydı. Yaşındandır dedim çok fazla takılmadım. Ama asıl ilginç olan arkadaşıydı. Arkadaşının babası Morocco göçmeniymiş ve soyadları "Hekim Başçavuşmuş" İstanbulu çok iyi biliyordu onunla Osmanlı ve Türkiye üzerine güzel bir sohbet ettik. Bu arada ertesi akşamki yemekten bahis açıldı ve yarın akşam tavşan yapacağız dedi. Buz dolabına bakmamı istediler gittim baktım ve dolapta tüm uzuvları ile sadece derisi yüzülmüş bir tavşan gördüm. (Hafiften içim burkuldu ama onun bir-iki saat önce yediğim hamburgerin kaynağı olan inekten bir farkı olmadığını düşününce yine et yediğim için kendime kızdım) (Neyse konuyu dağıtmayalım)

Biraz daha sohbet ettikten sonra çıkıp biraz dolaştık. Ayrı ayrı iki bara gittik ancak pazartesi olduğundan barlar çok tenhaydı. Birinde Benjamin, diğerinde de avusturalyalı arkadaş biraları ısmarlayınca geceyi bira yönünden masrafsız kapattım :) Sağolun arkadaşlar. Eve geldik ve Benjamin'den otostop üzerine tüyolar ve eski bir Fransa haritası alıp ertesi gün sabah 6'da kalkmak ve Paris'e doğru otostopa devam etmek için uykuya daldım.

Ve bir-iki foto:

Figueres Haritası, Dali müzesinin yanı olması lazım burası
Dali müzesinin Yanındaki Meydan

2 Yorum:

Noname dedi ki...

Saatlerdir takıldım, blogunuzu okuyorum, tek kelimeyle harika! Kıskanmadım da diğil yani, gerçek anlamda gezmek böyle olur çünkü ama maalesef bende bu kadar cesaret yok:D

Yazılarınızı takip edicigim, bu arada bol maceralı (ama iyi anlamda tabii ki!:) ) ve çok güzel bir seyahat diliyorum!

Sevgiler

Caguta dedi ki...

Teşekkür ederim Noname, güzel yorumun ve iyi dileklerin için. Ancak yanlış anlaşılma olmasın ben gezimi tamamladım. Aklımdakileri yavaş yavaş buraya aktarıyorum.

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...